Okan YILMAZ
HİSLERİNİZE TERCÜMAN

   
  www.hossedam.tr.gg
  hikayeler( Benim Yazım)
 

TELAFİSİ VARMIYDI?

Yine dalmıştı uzaklara gözlerim,

Kulaklarımda ağaçların dallarında bir dala bir bu dala konan kuşların sesi vardı. Bahar gelmiş ağaçların yaprakları yeşillenmişti ama yinede dalların arasından güneşin ışıkları sızıyor gözlerimi kamaştırıyordu.  “Neden?”dedi içinden neden yaptım bu hatayı. Küçükken de yapardı ufak tefek hatalar ama bu kadar büyük bir hata yapması onu kendisiyle baş başa bırakmıştı. Bir şekilde düzeltmeliydi ama nasıl.

 

Çocukluğu aklına geldi yüksek  dağların eteğinde ince nehir kenarında kurulmuş beş on evden oluşan köylerinde kardeşinin doğduğu anı hatırladı birden. Babasının evin önünde dolaşırken ağzından hiç düşürmediği ve peş peşe yaktığı sigaralar… Biri sönmeden diğerini yakıyor ve içeriden gelecek haberi bekliyordu. İçeriden ağlama sesini duydu  köyün tek ebesi olan Fadik ebe elinde  bir beze sarılmış halde bebekle çıkı vermişti dışarıya. Ama bir üzüntü vardı yüzünde ve gözlerinden akan yaşı gizleyemiyordu. Babam kalıvermişti elinde yanan sigarasını ağzına doğru götürerek sanki ateşi körükleyen demirci misali çekmişti bir nefeste sigarayı sonuna kadar.

 

Fadik ebe;

-Nur topu gibi bir kızın oldu Salih Reis dedi ama dedi yutkundu nefesi boğazında düğümleniyordu.

Bir şeyler anlatmak istiyordu ama neydi anlatamıyordu. Babam birden o haberi bekliyormuşçasına yıkılıverdi dizlerinin üzerine. Ağlıyordu koca Salih Reis. İlk defa görüyordum babamın ağladığını.

Birden ağacın dalları arasından düşen bir yaprakla irkildim.  Yapmamalıydım dedim yine ama yapmıştım işte.

 

Son pişmanlık fayda verir miydi acaba. Kalktım oturduğum banktan. Parkta oturan insanlara baktım. Sonra yoldan  geçen arabalara.  Biriken suların içinde kendi yansıma mı fark ettim ve bakakaldım. Dağılmış saçlarım yüzümdeki çizgiler bahar gelmesine rağmen üzerimde olan kahve rengi palto, siyah ayakkabımın üzerine incecik bir çizgiyle inen lacivert pantolon. Ben miydim gerçek olan yoksa sudaki yansımam mı diye düşündüm. Paltomdan birinin çektiğini hissettim Ahmet’ti gelen biricik oğlum. Baba! Baba diye sesleniyor bir taraftansa çekiştiriyordu paltomdan. Acaba kaç defa seslenmiş ben duymamıştım. Okuldan yeni çıkmıştı. Her zaman bu yoldan eve giderdi. Eğildim öpüverdim yanaklarından.  Küçük adamdı o. Severdi tüm mahalle şekercik derlerdi. Tuttum küçücük ellerinden sanki ellerini değil de kalbini tutmuştum. Ya da o benim kalbimi tutmuştu. Yavaş yavaş ilerledik eve. Eve ilerlerken hala o ses hafızamı tırmalıyor yapmamalıydın diyordu.

 

Eve girdik hiç bakmıyordu yüzüme. Kara saçlarını salıvermişti omuzlarına doğru. Pencereden sızan ışık gizliyordu incecik bedenini. Kırmızı elbisesi gözlerinden akan gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Gözlerinin kenarı morarmıştı belliki ağlamıştı saatlerce… Hoş geldiniz deyiverdi ağzının içinden yarım yamalak. Demekle dememek arasındaki bir ses tonuyla…

 

Yerde duran kırık çerçeveye gözüm ilişti. Kırılan camları etrafa saçılmış ve ters dönmüştü. Düğün resmimizdi. Oda küsmüştü demek ki bana. Çerçevedeki resimde bile fırtınalar kopuyordu.

 

Anne diye seslenen Ahmet’in sesi bozdu sessizliği. Anneciğim öğretmenimin sorduğu bütün soruları bildim bu gün biliyor musun?

Aferin benim güzel oğluma derken yine ağlamaklı bir sesle yutkunarak acıktın mı şekercik dedi.

 

Anneanne diye selendi şekercik ama bir ses gelmedi. Dolaşıverdi bütün odaları ama ses yoktu birden duru verdi salonun ortasında ve anneciğim nerede anne annem dedi.

 

Salih reisin yıkılan ağaç gibi düşmesi geldi aklıma Semra dizlerinin üzerine düşüp hıçkıra hıçkıra ağlarken. 

 

—Yok dedi. Anne annen yok artık. Gitti bıraktı bizi. Ahmet acaba neler düşünüyordu o arada benim babama baktığım gibi oda küçücük dünyasında neler diyordu acaba. Neler soruyordu kendi kendine neler cevaplıyordu acaba.

 

Birden dönüp çıkıvermiştim evden kapının önünde bulmuştum kendimi.  Kapının kolunu bırakamıyordum bıraksam yıkılacaktım yere. Kapı elimin içinde dönüyordu. Dönüyordu her yer. Elimdeki takat tükenmiş bırakı vermiştim kapının tokmağını. Elimden tutuverdi asılıyordu kalk ne oldu böyle sana diye sesleniyordu. Kendimi biraz toparlayarak o siyah parlak ayakkabıları güneş gibi parlıyor gözlerime batıyordu. Kaldırdım kafamı siyah takım elbisesi ve gözlerinde ki güneş gözlüklerini gördüm. Saçlarını özenle taramıştı sanki.

Ağabey diye selendi, bir taraftanda kaldırmaya çalıştırıyordu. Zile bastı, Semra açtı kapıyı. Sanki aradığı dayanağı bulmuştu ve gözyaşlarını yağmur gibi boşaltarak bıraktı kendini Zeynep’in kollarına.  Zeynep’te biriktirmişçesine saldı gözyaşlarını boşaltmak için bu anı bekliyormuşçasına.

 

Tutamıyordum kendimi fırladım son gücümle dışarıya. Koşmaya başladım koşuyordum var gücümle daha hızlı … daha hızlı…

 

Sonunda gelmiştim boyaları dökülmüş o eski sarı binanın önüne. Sanki buraya bahar gelmemişti. Ağaçlarda yapraklarını açmamıştı burada. Girdim içeri boyası yer yer dökülmüş ve pas tutmuş demir kapıdan.  Kimse kullanmıyor muydu acaba bu kapıyı sadece ben mi kullanmıştım en son.

 

Hızlı hızlı çıktım merdivenleri müdür odasında buldum kendimi. Müdür yoktu odasında masanın üzerinde bir kitap yarısına kadar içilmiş bir bardak çay. Dışarıdan camı dövmeye çalışan asırlık cınar ağacının yaprakları görünüyordu. Masanın önünde iki adet koltuk koltukların arasında üzerinde dergiler bulunan bir sehpa.

 

Masanın üzerinde Müdür Beyin okuduğu kitabın adına takıldı gözlerim.

“ Burada mevsim hep sonbahardır”  Evet kitap her şeyi anlatıyordu ismiyle. Kitabın üzerinde bir çınar ağacı Yapraklarını altında bulunan bankın üzerindeki yaşlı bayanın üzerine döküyordu.

 

-          tamam sakine hanım siz gerekeni yapınız. Diyerek Müdür Bey girdi içeriye.

Sanki benim gelmemi bekliyormuş Müdür Bey..

-Hoş geldiniz dedi hoş bulduk dedim ben geldim. Bekliyordum dedi Müdür Bey.

Bekliyordum.  Ama açıkcası bukadar da erken beklemiyordum dedi.

-          Müdür Bey ben çok büyük bir hata yaptığımı düşünüyorum. Biliyorum burada sizin yanınızda da zamanla alışır belki ama. Maalesef biz onun yokluğuna alışamayacağız. Ben izninizle kayın validemi almaya geldim.

-          Buyurun şöyle oturun dedi Müdür Bey. Evet biz elimizden geleni yaparız zamanlada alışır ama bende bir şey itiraf edeyim ki onun mutlu olacağı yer sizin yanınız.

-          Evet dedim, bizim yanımız. Ama ne oldu bilmiyorum nasıl böyle bir şey düşündüm . İnanın  buraya onu değilde  sanki kendimi bıraktım.

Hafif bir tebessümle yüzüme baktı.  Ve telefonu kaldırdı birkaç tuşa bastı. Hazırlayın lütfen  Cemile Nineyi. Hayır dedim Müdür Bey az beklesinler ben kendim gideyim önce ben konuşayım.

Olur dedi nasıl isterseniz.

Yaptığım hatanın bedelini ödeme vakti gelmişti.

Uzun ince koridordan ilerlemeye başladım sağlı sollu oda kapıları vardı, bazıları yarım açıktı. 208 numara dedi Memure Hanım sağdaki ilk kapı.

 

Kapalıydı kapı sanki gönül kapısını kapatmıştı annem. Ben annemin yokluğunu onda unutmuştum. Annemdi o oğlumun anneannesi eşimin de annesi. İnsanları seçim yapmaya zorlamak kadar kötü bir şey olamazdı ama ben bunu yapmış kalbim sanki demirleşmiş o manevi duygularım yok olmuş ve eşimin karşısına geçip

-          Ya annen ya da ben diyebilmiştim. Anneni güzel bir bakım evine yerleştirelim. Sık sık ziyarete gideriz daha iyi bakılır orada hem bizede engel olmaz. Acaba ben kendim inanıyor muydum söylediklerime. Annem Zeynep’i doğururken 29 yaşında hayata gözlerini kapamıştı. Ölüm riski olmasına rağmen hamile kalmıştı. Bir anne çocukları için hayatını hiçbir karşılık beklemeden verebiliyorken bizse bir anneyi elimizle getirip bizden daha iyi bakılabileceğini düşündüğümüz bir bakım evine bırakabiliyorduk…

-          Anne dedim anne… Ağlamaya başlamıştım anne affet beni seni almaya geldim anne. Anne ne olur affet beni dedim başımı dizlerine doğru koydum elini hissettim saçlarımda ama hiç oynamıyordu.   Kaldırdım kafamı gözlerine baktım ellerinden tuttum kalk anne gidiyoruz dedim ama hiç tepki vermiyordu.

 

Elleri düşüverdi birden başı sağ omzuna düştü. Nefes almıyordu.  Ve sordum kendime şimdi ne yapacaksın söyle he şimdi ne yapacaksın. Zavallı yüreği dayanamamıştı bu yalnızlığa. Yaptığım hatanın bu kadar büyüyeceğini nasıl düşünemedim nasıl… Bırakıverdim kendimi sandalyenin önüne sanki bende terk ediyordum bedenimi

 

Yapmamalıydım bunu yapmamalıydım. Annemi benliğimi terk etmemeliydim. Geç kalmıştım. 

 

Mehmet bey…. Mehmet Bey … Hoş gediniz diyordu Müdür Bey. Gözlerimi açtım yaşıyor mu?  Yaşıyor mu? Müdür Bey.  Kim dedi Müdür Bey kim yaşıyor mu?

 Cemile nine dedim cemile nine yaşıyor mu?

Evet yaşıyor tabi şimdi yanından geliyorum. Dedi uyuya kalmıştım Müdür Beyin odasında. Sohbet ettik biraz sizi Ahmet’i anlattı Semra Hanım anlattı. Yük oluyordum onlara  Müdür Bey. Yük oluyordum ama onlar buna katlanıyor bana ses çıkarmıyorlardı.  Biraz onlarda rahat etsinler onlara çok yük oldum Müdür Bey dedi. Ne olur ararlarsa burada çok iyi olduğumu söyleyin beni merak etmesinler ne olur dediğini söyledi.

Aman Allahım … Çok büyük bir hata yapmıştım ama bu hatanın sonunda kısa bir sürede kendime gelmiştim. Almaya geldim Müdür Bey annemi almaya geldim dedim ve içimden derin bir oh çektim oh.

        Okan YILMAZ 24 Mart 2008
SİZDE HİKAYELERİNİZİ GÖNDERİN YAINLAYALIM
okan.175@hotmail.com

 
 
   
 
Okan YILMAZ
HİSLERİNİZE TERCÜMAN
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol